Toplumumuzda cinnetler yağmur gibi yağıyor.
Trafikte, sokakta, sosyal medyada insanlar birbirlerini anlamadan, dinlemeden linçliyor, kavga ediyor. Bu agresiflik, sinir ve şiddet sarmalı beslenme alışkanlıklarımızla doğrudan ilgili. Özellikle genç hayvanları, henüz hayatlarının baharındaki tavukları, kuzuları, balıkları, buzağıları yemek bizleri geride bırakıyor maalesef.
Kızılderililer gibi geleneksel avcı toplulukların yaklaşımına bakalım; onlar, ömrünün sonuna gelmiş yaşlı hayvanları avlayarak, doğanın dengesini ve hayvanın yaşam hakkını koruyarak bilgelik, olgunluk ve huzur enerjisini alıyorlardı; genç olanları ise bırakıyorlardı ki, agresif, ham enerji toplumlarına geçmesin.
Bu yazıda amacım kimseyi yargılamak değil, bu durumun kişiyi ve toplumu nasıl zehirlediğini, çeşitli araştırmalar ve kanıtlarla göstermek. Genç hayvanları yemek, evrensel enerji akışını bozuyor ve karma yasalarını ihlal ediyor. Birçok geleneksel inanç sisteminde, örneğin; Native American (Kızılderili) şamanizminde,hayvanlar ruh taşıyıcılar olarak görülüyor.
Kızılderililer avladıkları hayvanlara teşekkür ritüelleri yapıyor ve onların ruhlarını onurlandırıyordu; ancak genç hayvanları öldürmek, hayat döngüsünü kesintiye uğratmak anlamına geliyor.
Bu, avcının ruhuna agresif, olgunlaşmamış enerji transferi yapıyor. Şamanik geleneklerde, yaşlı hayvanların eti bilgelik ve sükunet getirirken, genç olanlar korku, öfke ve dengesizlik enerjisini taşıyor.
Hinduizm ve Budizm'de de ahimsa (zararsızlık) ilkesi, genç hayvanların acı dolu ölümünün, yiyenin aurasına negatif titreşimler yüklediğini savunur.
Bu, reenkarnasyon döngüsünde geri tepiyor: Genç bir canlının hayatını erken kesmek, kendi ruhunuzun evrimini yavaşlatıyor.
Beslenme enerjiyi etkiler. Genç hayvan eti, düşük frekanslı titreşimler yaratarak meditasyon ve iç huzuru engelliyor. Bu durum bireyi spiritüel olgunluktan uzaklaştırıyor, toplumda yaygınlaşınca kolektif bilinçte kaos yaratıyor. Genç hayvanları yemek sağlık risklerini artırıyor ve çevresel felaketlere yol açıyor.
Genç hayvan etleri, örneğin; 50 günlük tavuklar veya buzağılar endüstriyel çiftliklerde antibiyotik ve hormonlarla dolduruluyor. Araştırmalara göre, bu etlerde yüksek seviyede stres hormonu (kortizol) bulunuyor, çünkü hayvanlar hayatlarının baharında kesiliyor ve doğal gelişimlerini tamamlayamıyor.
Bir çalışmada, bu hormonların insan vücudunda inflamasyona ve bağışıklık sistemi zayıflamasına neden olduğunu gösteriyor. Ayrıca, genç hayvan etinin omega-3/omega-6 dengesi bozuluyor; bu, kalp hastalıkları ve kanser riskini artırıyor. Çevresel açıdan, genç hayvan üretimi kaynak israfı: FAO raporları, genç hayvan çiftliklerinin su ve yem tüketimini %30 artırdığını, sera gazı emisyonlarını yükselttiğini belirtiyor. Bu, iklim değişikliğini hızlandırıyor ve biyoçeşitliliği yok ediyor.
Biyolojik olarak, genç hayvanların eti daha az besin değeri taşıyor; yaşlı hayvanlar gibi doğal otlaklarda beslenmedikleri için vitamin ve mineral eksikliği yaratıyor.
İşte, bu beslenme şekli bireysel sağlığı bozarken, küresel ekosistemi tahrip ediyor ki bu da uzun vadede insan türünü geri götürüyor.Genç hayvanları yemek ve onları sırf yemek için üretmek, etik ikilemler yaratıyor ve insanlığın ahlaki evrimini engelliyor. Peter Singer'ın 'Hayvan Özgürleşmesi'nde savunduğu yaklaşım, acı çekme kapasitesine göre haklar tanır:
Genç hayvanlar, hayatlarının en savunmasız döneminde öldürülürken maksimum acı yaşıyor.
Bu, gereksiz zarar verme olarak görülüyor; çünkü alternatif besinler varken, bu pratik hedonistik egoizmi besliyor.




































Facebook Yorum
Yorum Yazın