Bu başlığı zihnimde yaratırken 28 yılımı düşündüm. Sancılıydı ancak, doğurduğum kelime Türkiye’de kadın, insan ve hayvan olmayı en çok anlatan kelime oldu diye düşündüm.
İsmet Emre TDK için zorbalık denemesinde zorbalığı negatif tekillik ve gücün tek bir noktadan başlayarak kendisi dışındaki bütün ögeleri kendine bağlamak için yola çıkması ve önüne çıkan her türden engeli yine bu gerekçeden dolayı yok etmesidir diye tanımlıyor.
Negatif tekillik… TDK Sözlüğü, meşruiyeti “Yasaya, dine veya kamu vicdanına uygun olan anlamında tanımlamıştır. Yasaya, dine kamuya uygunluk…
Yani zorbalığın meşruiyeti yasaya dine kamuya uygun olacak şekilde negatif tekillik uğruna kendi benliğini yüceltmek için önüne çıkan her şeyi yok etmektir.
Zorbalığın meşruiyetinde birkaç alt başlık sunacağım şimdi size biraz beyin fırtınası.
Çocuk zorbalığı: yo yo sandığınız gibi akran zorbalığı falan diye viyaklamayacağım zira öğretmen kimliğimi unutmak istiyorum. Unutmasam da biliyorum ki akran zorbalığının kaynağı ailedir, halktır, ananedir, örftür.
Lakaplar köylülerin miğferidir, trafik magandaları, para zorbalığı yapan kokuşmuş halk, televizyon ve internet, sokağa tüküren insanımsı, çöp içinde yaşayan sizler hepsi çocuklarınızın yansıması sizin de ortalamanızdır.
Ancak çocuktur çığlık atabilir, çocuktur bütün gün apartmanda 45 dakika çığlık atarak sokaktan geçen köpeklere havlamayı ve şiddeti öğretebilir ancak köpekler onları ısırınca zorbalığın meşruiyeti doğar.
10 yıl önce portakal çiçeğinde çalarken ben bu kadar çocuk bu kadar bebek arabası gördüğümü hatırlamıyorum. Ama bu yıl tam bir zorbalığın meşruiyetiydi.
Üzerine üzerine gelen bebek arabaları, çığlık atan çocuk zorbalığı, bulduğu her şeye dokunan aile terbiyesinden nasibini almamış hareketler, bisikleti ile kalabalıkta insanların ayağını ezen çocukların, çocuk işte adlı zorbalık meşruiyeti…. Negatif tekillik..
Komşu zorbalığı: açık konum değilse de yakın konum paylaşacağım;
Bunu da bakın ne kadar zenginim diye değil, para ve kültürün ters orantısını algılayın diye yapacağım.
Ben hekimköy civarında bir villa da oturuyorum 2 eğitimcinin yıllarca hayalini kurduğu ve memur maaşları ile tam 30 yılda biriktirerek yaptıkları bir ev.
Öyle ki dört tarafı havuzlu ve Çin seddi duvarlarına nail olmuş evlerle, pardon villalarla çepeçevre bir konum.
Saat 3 civarı burnumda bir koku etrafta bir duman, bakınıyorum bir ateş. Arkadaki boş villa arazisinde yanan siyah dumanlı bir ateş duman evin içinde.
Başında bir insanımsı, ne yapıyorsun bu saatte bu rüzgârla evi mi yakacaksın sorusuna verilen bir cevap.”
Napayım çimleri biçtim, belediye çimleri almiyüüür yakürüm çimleri” yapma diyorsun makul bir şekilde anlatıyorsun evler yanabilir, toprak tahrip olabilir, havaya salınan plastik kokusuna benzer koku astım hastası olan beni tıkıyor diyorsun.
“Napim belediye almüyür” diyor.
Zorbalığın meşruiyetine hoş geldiniz.
Evin satılık olmasındandır bilirim ki, ev 30 milyon tl ama içinde yaşayan beyin ………
Gelelim diğer tarafa yine satılık olmasından bilirim ki, 35 milyon tl dalış organizasyonu yapmak adına yapılmış bir havuz, havuzun üzerinde bir tente veya koruma kalkanı yok, içinin derinliği en az 3 metre, indim oradan biliyorum.
Neden mi indim? 2 yavru kedi içinde sabaha kadar ağlıyor. İtfaiye geliyor evin sahibine ulaşamıyorum, kedileri kurtaramam diyor kediler ağlıyor. Kameraya bakarak elimdeki merdivenle kedileri işaret edip giriyorum, iniyorum kediler ıslak, yağmur suyu birikmiş, aylardan şubat.
Hayvanlar hipotermi eşiğinde alıyorum, çıkarıyorum. Havuzun üzeri hala açık!
Merhaba komşu zorbalığı!
Diğer tarafımda başka bir ev içinde bir kabile, çatıda bir kabile bayrağı sonradan öğreniyorum güvercin bayrağıymış.
Bir insanımsı kapıda beslediğim kedilerime sinkaflı küfürler ediyor, suratıma bakarak ağzını tut gir içeri diyorum.
Testosteron yüklü bir erkek daha çok bağırıyor “zehirlicem kedilerini güvercinlerimi yiyüü.”
Bende bağırıyorum Adana’nın güzide mahallerine git orda güvercin mi çekersin, horoz mu beslersin, tezek mi koklarsın ne yaparsan yap diyorum.
Eril sinirleniyor, onu aşağıladığım için “bende senin köpeğinin sesine dayanamüüüüürüüüm” diyor.
Hade hade erili mutfak robotu annesi içeri çağırıyor. “Gadındır anlamaz diyürrrr”. Evin ederi 20 milyon, belki de daha fazlası zira yol gaspedilmiş yolun olması gereken yerde duvarlar, bahçede ağaçlar kümesler ve belediye iskân vermiş! Akıllarda rant peşkeşi
Nasılsın diyorum zorbalığın meşruiyetine keyifliyim diyor. Mendilimde kan sesleri. İnsan yaşadığı yere benzer,
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına, Minibüslerine, gecekondularına,hasretine, yalanına benzer. Anısı işsizliktir, acısı bilincidir.
Gülemiyorsun ya, gülmek, Bir halk gülüyorsa gülmektir, Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi. Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler gibi, Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar. Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar. Mendilimde kan sesleri. Edip can severin bu güzel şiirinin parçaları beynimde okunuyor.
Köylü zorbalığı: koca bir şehir köy gibi, Türkiye’den Kıbrıs’a gidenlerin dilindedir bu cümle, ancak görece katılırım buna. Zira kaldırımları yapılsa yolları onarılsa belki de sosyokültürel olarak köye en uzak yerdir.
Kıbrıs’ta, 7 yıl yaşadım. Öte yandan koca bir köy bir olan bir şehir var ise orası da burasıdır. Fazla samimiyetten obezlik yaşarsın bazen, kusma isteğini dizginlemek zorunda kalırsın. Sokaklarında mangal yakılır, tezek kokusu vardır, kapı önleri kıraathaneleri gibi dedikodu kazanı toplumsal baskı, tezek kokusu derken gerçekten tezek kokusu.
Hani bir zamanlar Sabancı’nın yaptırdığı Adana’nın simgesi olan bir cami vardı bilir misiniz? Korkmayın hala yerinde ancak çevresinde atlar var neden mi? Eee karnaval portakal çiçeği demişler adına portakal çiçeği güzel kokar, köy gibi değil ancak kültür yolu festivali ile birleşen bu karnavalda atların ne işi var?
Atların binek hayvanı olma eziyeti motorun icadıyla bitmişti oysaki batı medeniyetlerinde. Ancak bir köy şehrinde atlara eziyet, at dışkıları ve şadırvanda atın ayağını yıkayan bir köylü efendi hala gerçek fıkra değil!
Adana’nın simgesi olan bir caminin etrafı tezek kokuyor. Karnavala hoş geldiniz kültür yolunuz budur, doyasıya eğlenin.
Festivale hoş geldiniz! Ee bir de yine bizim karşı tarafımızda bir köy var çınarlarla bezeli, şarkla garbı birleştiren iskan politikasının ürünü bir köy.
112 de en az 3 kaydım var neden mi? Bitmeyen düğünler, bitmeyen mevlitler, sokak ortasında desibel duvarlarını yırtan nüfusunun hepsini evlendire evlendire bitiremeyen bir köy. Ve jandarmaya beni bağlayan 112 personeli orası jandarma alanı ama siz şikâyeti polis alanından yapıyorsunuz.
Şark ile garp Peyami Sefa’dan Adana harbiye olarak yeniden yazılıyor. Jandarma ile konuşmam yaklaşık 2 saattir. Silah sesleri geliyor. Art arda atılan cehaletin kurşunları, telefondaki komutan daha önce şikâyet almadık diyor bu kadar yoğun ise sesler….
Yutkunuyorum bir düğüm boğazımda. Şark ile garp kol kola halayda, halay başı cehalet, valilik duyurularına göre kocaman bir afiş olmalı köyün her yerinden görünen silah sıkmanın cezası olduğunu silah sıkmayın yazan.
Koyun güdümünün postere afişe yansıyan kelimeleri olmalı. Yok! Bilirim bu çevrede çok memur var yine aynı tüzükte yazar duyduğunuz gördüğünüz bulunduğunuz avam düğünlerindeki bu korkunç davranışı şikâyet etmezseniz sizde suçlusunuz!
Çünkü devlet sizi memuru olarak yetkilendirmiş kurallara en çok uyması gerekenler sizsiniz! Bir de es kaza yürüyerek fırından ekmek almaya gidersem eğer, sokaklarda başıboş gezen çocuklarına rasgeldiysem eğer vay halime.
Bağır çağır sinkaflı küfürler ve “aaa gıza bak, saça bahh, garı mı lan bu” adlı eserlerine nail olurum. Düğüm boğazımda kulaklarımda hala cehaletin mermilerinin sesi, mendilimde kan sesleri değil bu sefer.
Arka fonda çalan Şükrü Erbaştan “Köylüleri niçin öldürmeliyiz?” şiiri…. Seslerinin tonu yumuşak değildir. Dışarda ezildikçe içerde zulüm kesilirler,
Gazete okumaz ve haksızlığa, Ancak kendileri uğrarlarsa karşı çıkarlar. Çocuklarını iyi yetiştiremezler. Evlerinde kitap, müzik ve resim yoktur. Birbirlerinin evlerine ancak, Ölümlerde ve düğünlerde giderler. Dindardırlar ahret korkusu içinde, ama bir kadının topuklarından. Memelerini görecek kadar bıçkındırlar. Hayal güçleri kıttır ve hiçbir yeniliğe, Bu verimi yüksek bir tohum bile olsa, sonuçlarını görmeden inanmazlar.
Söyleyin köylüleri nasıl yaşatalım nasıl kurtaralım! Söyleyin köylüleri medeniyette nasıl yaşatalım!
Sözün özü, zorbalığın insan zihin çeperi arasında kol gezdiği bu harika yerde, dilerim ki kendi zorbalığınızı meşru kılmak adına çabalarınız beyhude bir varoluşçuluk oyunu ile biter. Zorbalığın meşruiyetine gömdüğünüz zihinlerinizi nefes alması için biraz empati ile tanıştırın iyi gelir, ve bol ceviz tüketin…
Facebook Yorum
Yorum Yazın