Yemyeşil Yalova sırtlarında emekli ikramiyesiyle yaptırdığım minicik bahçeli evimde ömrümü tamamlarken, Büyük Atatürk'e ilişkin oniki yıllık hizmet yıllarım da bir sinema şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor. Bu eşsiz insanı yakından tanıdığım, O'na geceli gündüzlü hizmet ettiğim için de kendimi dünyanm en şanslı inşâm sayıyorum. Birs daha dünyaya gelmiş olsaydım eğer, yine Atatürk'ün hizmetkân olarak yaşamayı ve kalmayı isterdim. O'nun yakınında, O'nun yanında yeniden yaşamak, yaşayabilmek, ne yüce bir şey olurdu benim için.
Kamarotluktan, aklımın kenarından bile geçmeyen bir işe, yani Atatürk'ün hizmetkârlığına gelişimin ilginç bir öyküsü vardır: 1910 yılında izmir'in Salihli ilçesinde dünyaya gelmişim. Başkomiser Mustafa Kâmil Efendi'nin oğluyum.
Küçük yaşta Bursa'ya gitmiştik. Hoca Ali Zade Mektebinde, Bursa Sultanisi'nde, sonra yine Hoca Ali Zade Mektebi'nde okudum. Oribeş yaşımdayken ailece istanbul'a geldik. Kandilli'de oturuyorduk. O zamanlar Seyrüsefain (Devlet Denizyolları) Idaresi'nde kamara şefi olan komşumuz Hüseyin Kip, beni gemilere yazdırdı. Henüz çocuk denecek yaşta, kısa pantolonlu, tüysüz bir çırak olarak işe başladım. İlk görevim, Karadeniz, Akdeniz seferini yapan Reşitpaşa Vapurunda stajyer kamarotluktu.
12 haziran 1926'da seyyar sergi iıaline getirilen Karadeniz Vapuruyla Avrupa limanlarında uzun bir geziye çıktım. Üç ay beş gün süren bu gezi sırasında; Cezayir, Bon, Barcelona, Cebelitarık, Tanca, Londra, Hamburg, Elbe kanalıyla Stockholm'a geçtik. İsveç, NcH-veç, Hollanda limanlarını dolaştıktan sonra Leningrad'a gittim. Rus Çan'mn Sarayını, müzeleri gezdim. O devirde Rusya'da cami ve kiliseler açıktı. Dönüş; Anvers, Marsilya, Napoli, Cenova, Çanakkale yoluyla oldu. 5 eylül 1926'da istanbul'a döndüm. Aynı işletmede kamarot olarak çalışmağa başladım. Karadeniz Vapurunda iki İtalyan metrdotel vardı. Birinin adı Giovanni, öbürününkü Fontana idi. Çok şık giyinen metrdoteller o dönemde ayda bin lira para abyorlardı. Öyle ki, günde üç kez elbise değiştirdikleri bile oluyordu. İşte bu İtalyanlar bende önüne geçilmez bir heves uyandırmışlardı. Onlara imrenerek garsonluğu seçmeğe karar verdim meslek olarak.
Atatürk'ü o zamana kadar hiç görmemiştim. Yalnız bir keresinde Karadeniz Vapuruyla geziye çıktığımızda bir telsiz gelmiş, Atatürk'ü Bandırma'ya götürmemiz istenmişti. Geri dönüp Mudanya'dan Atatürk'ü aldık ve götürüp Bandırma'ya bıraktık. Gerek Mudanya'da gemiye binerken. Bandırma iskelesine çıkarken filikaların arasmdan uzaktan korka korka seyretmiştim. O'nun hizmetkârı olacağım o zaman aklımın ucundan bile geçmemişti. Biri çıkıp ta o an bunu bana söylemiş olsaydı, karşımdakine her halde çıldırmış gözüyle bakardım.
Soyadımı çok kimse garip bulup, bunun anlamını öğrenmek istediği için burada değinmeden geçemiyeceğim. Soyadı Kanunu çıktığı zaman herkes beğendiğini alıyordu. Bunların içinde çok yerinde olanlar olduğu gibi, çok acayipleri de vardı. Ben de gemilerde ikinci direk anlamına gelen «meslekten» bir soyadı seçtim ve (Granda)yı aldım. Gençlik yıllarında olduğumuz için hepimiz o dönemin bir sinema yıldızına âşıktık. Yıldızları paylaşmıştık âdeta. Benim ünlü yıldız Karmen Miranda'ya âşık olduğumu bilmeyen yok gibiydi. Hiç olmazsa alacağım soyadı, sevgilimin adıyla kafiyeli olur diye düşünmüştüm. Her ay Tayyare Piyangosu alıyordum. Kazanıp milyoner olacak, gidip Miranda'yı alacaktım. Böylece (Granda) soyadı yerleşip kaldı bende.
Büyük Atatürk'ün hizmetine girdiğim 3 temmuz 1927'den, ölümü olan 10 kasım 1938'e kadar yaranda geçen oniki yılık
dönemde amlarımdan hatırda kalabilmiş olanları 1947 yazmda not etmeğe başladım. Bunların bir yapıt haline gelebileceğini doğrusu ya düşünmemiştim. Atatürk'ün hizmetkârı bulunduğum yıllarda, Falih Rıfkı Atay'ın Hakimiyeti Milliye Gazetesinde çıkan Samsun - Ankara demiryolunu anlatan «Beş Yıllık Tren Tarihi» adlı bir yazısını okumuştum. Bu yazarı pek sevmezdim, fakat yazısı hoşuma gitmişti. Akşam sofraya geldiğinde «Bugünkü yazınız çok güzeldi,» demekten kendimi alamadım. Ruşen Eşref Ünaydın da yanındaydı. Hiç beklemiyordum, birden "Sen de yazarsın istesen" dedi. Şaşırmıştım. «Nasıl yazarım?» diye sormuş bulundum.
«Konuşuyorsun mademki yazarsın. Böyle konuştuğun gibi yaz» dedi. îşte bu anıların hazırlanmasında, Falih Rıfkı Atay'ın o günkü sözlerinin verdiği cesaretin de rolü olmuştur. Atatürk'ün yakın arkadaşlarından Kılıç Ali'nin de bu anıların yazılmasında etkisi olmuştur. Atatürk'ün ölümünden sonra Kılıç Ali'yi Nişantaşı'ndaki evinde ziyarete gitmiştim. Yazı yazıyordu. Elindeki yazıları işaret ederek, «Cemal, bu yazı 1926'daki Büyük Nutku,» dedi. «1926 değil, 1927'dir,» diye düzelttim. Dikkatim hoşuna gitti. «Sen de yazsana hatırladıklarını,» demez mi. Sonra elindeki ufak kâğıtları göstererek, «Notlarını böyle ufak kâğıtlara yaz, sonra onları genişletirsin,» dedi. İki ufak not defterine aklıma geldikçe karaladım.
Atatürk'ün ölümünden sonra çok sıkıntıya düşmüş, üzüntülü günler yaşamıştım. Sekizyüz lira emekli aylığıyla ayrıldığım son işim Denizcilik Bankası'mn Termal Oteli Mubayaa Memurluğu'na gelinceye kadar başımdan hayli şey geçmişti, istanbul'da bir işte tutunamıyordum. (devam edecek)



































