Bazı metinler vardır ki, yalnızca okunmaz; dinlenir, hissedilir, içselleştirilir.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Fîhi Mâ Fîh adlı eseri işte tam da böyle bir metindir.
Bu eser, Mevlânâ’nın sohbetlerinden derlenmiş; ne bir sistematik felsefe kitabı ne de bir şiir mecmuasıdır. Ama her satırı insanın iç âlemine açılan bir kapıdır.
13.yüzyıl Anadolusu, siyasi çalkantılarla dolu bir dönemdi. Moğol istilası, Selçuklu sarayındaki entrikalar, halkın yoksulluğu ve manevi arayışları..
Mevlânâ, bu karmaşık dönemde yalnızca bir dinî rehber değil; aynı zamanda bir toplumsal vicdan olarak konuştu.
Fîhi Mâ Fîh’te vezirlere, kadılara, halkın dertlerine ve yöneticilerin gafletine dair yaptığı yorumlar, onun kamusal sorumluluk taşıyan bir düşünür olduğunu gösterir.
Bu yönüyle eser, yalnızca bireysel arınma değil; toplumsal uyanış çağrısıdır.
Varlık, Aşk ve İnsan
Mevlânâ’nın düşünce sisteminde merkezde insan vardır. Ama bu insan, yalnızca biyolojik bir varlık değil; ilâhî bir sır taşıyan, içsel bir yolculuğa davet edilen bir cevherdir.
Fîhi Mâ Fîh’te sıkça geçen temalar şunlardır:
Vahdet (Birlik): Her şeyin Allah’tan geldiği ve O’na döneceği fikri.
İnsân-ı Kâmil: Kendi nefsini aşmış, hakikati yaşayan insan modeli.
Aşk: İlâhî aşk, insanı dönüştüren en güçlü kuvvet olarak ele alınır.
Seyrüsülûk: Manevî yolculuk, kişinin kendi içindeki karanlıkları aşması.
Mevlânâ’nın dili bu kavramları akademik bir soğuklukla değil; hikâyeler, mecazlar ve halk anlatılarıyla işler. Böylece hem âlimi hem halkı kucaklar.
Bugün ülkenin tüm sokaklarında, kahvehanelerinde, cami kürsülerinde hâlâ Mevlânâ’nın sözleri yankılanır. “Ne olursan ol, yine gel” çağrısı, yalnızca bir mistik davet değil; toplumsal kucaklaşmanın da simgesidir. Fîhi Mâ Fîh’teki eleştiriler, bugünün yönetimlerine, medya figürlerine ve halkın taleplerine dair bir ayna gibi okunabilir.
Halk dilinden halkla kurulan bağ, Mevlânâ’nın 'sözün kalpten kalbe akması' ilkesini hatırlatır. Bu bağlamda Fîhi Mâ Fîh, yalnızca geçmişin değil; toplumsal vicdanının da bir parçasıdır.
Bu söz, yalnızca bireysel gelişim değil; toplumsal sorumluluk için de bir çağrıdır. Bugün kamu denetiminde, sanat üretiminde bu iç âleme dönmek; hakikati aramak, sesi duyulmayanların sesi olmak demektir.
"İnsanlara, akılları miktarınca söz söyleyin, aklınıza göre değil." (Sayfa 559)
Toplumsal iletişimde, özellikle halk dilinde bu ilke son derece hayati... Mevlânâ burada halkla kurulan dilin empatiyle şekillenmesi gerektiğini vurguluyor.
"Söz fazla bezenince maksat unutulur." (Sayfa 103)
Bu, sade anlatımın gücünü savunan bir uyarı. Yalın ama etkili gönül diliyle de örtüşüyor. Gerçek, süslenmeden de etkileyici olabilir.
"Bilginlerin kötüsü, beyleri ziyaret eden bilgindir; beylerin hayırlısı da bilginleri ziyaret eden bey." (1. Bölüm)
Bu cümle güç ilişkileri üzerine keskin bir eleştiridir. Mevlânâ burada bilgiyle iktidar arasındaki mesafeyi sorgular. Kamusal figürlerin bağımsızlığı açısından düşündüğümüzde, bu söz hâlâ güncel olarak karşımıza çıkmaktadır. (Devam edecek)




































Facebook Yorum
Yorum Yazın